Ne Mutlu Aslı’yım Diyene

Ülkemizde hergün yeni birşeyler oluyor. Tutuklamalar, yargılanmalar, iç siyasetin bitmek bilmez kısır, lüzumsuz ve bir o kadar kahredici çekişmeleri… memleketin gündemi çok hareketli ama bir o kadar tatsız. Bu doludizgin gündem içinde bir haber sessiz sedasız gelip geçti gazetelerin sayfalarından. Oysa dev puntolarla manşetlerde yer almayı hak ediyordu fazlasıyla. Ben şimdi o habere dikkatinizi çekmek istiyorum. Herşeyi bir tarafa bırakın bu söyleyeceklerim herşeyden daha önemli. Milli kayakçımız Aslı Nemutlu öldü biliyor musunuz? 17 yaşında, 11 Ocak’ta, Erzurum’da… Başını tahtadan mamül bariyerlere çarparak hem de. Pırıl pırıl bir kızdı O. Başarı belgeleri,
takdirnameleri vardı boy boy. 17 yıllık yaşamına belki yüz yıllık bir masal sığdırmıştı. Rüya gibi hayatı Erzurum’da bir kış sabahı kabusa dönüverdi.
Başarılı bir sporcuydu Aslı. Çünkü 7 yaşında umreye gitmek yerine kayak pistlerinde geçirmişti çocukluk yıllarını. Bütün gün salak bir tebessümle cep telefonunun ekranına bakan kızlardan biraz farklıydı anlayacağınız. Milli kayakçımızdı. Kaç tane bayan milli kayakçımız var ülkemizde? Çok fazla olmadıklarından eminim. İşte o çok az pırlanta gibi kızdan birini yitirdik geçen gün.
Babası “Daha iyi kayabilsin, daha başarılı olsun diye” yeni kayak takımları almıştı kızına. Kızıyla aynı heyecanı duyan, onun hayatına, hayallerine ortak olan bir baba. Türkiye’de sayıları çok az olan babalardan. Ne işin var orada? Ne gerek var bunlara? demeyen, azarlamayan, yüreklendiren babalardan…
Ben güzel resim yapardım çocukken. Okulda kendi yazdığım müsamereler sergilerdim. O müsamerelerde oynardım. Gençken şiir yazdım, şarkı söyledim, karikatür çizdim. Kimse ciddiye almadı yaptıklarımı. Küçücük
çocukları umreye göndermeye bu kadar hevesli büyüklerimiz sanat ve bilim faaliyetlerine aynı ilgiyi hiçbir zaman göstermemişlerdi. Kimse şu çocukta bir ışık var üzerine gidelim demedi. Bunlar boş işler bakışıyla karşılaştım her adımımda. İşin kötüsü sonraları bunların “boş işler” olduğuna kendim de inandım.
Belki de hiçbir ışık yoktu bende. Belki de hiçbir zaman çok ünlü bir sanatçı olamayacaktım. Ama bunu hiç öğrenemedim. Çünkü deneme şansım olmadı. Deneyip başaramasaydım, bu işlerin bana göre olmadığını
görseydim bile yeterdi bana. Eminim içinizde geçmişe baktığında benim gibi içi acıyanlarınız belki de kendini ziyan edilmiş hissedenleriniz vardır. Aslı kız çok üzdü beni. Çünkü Aslı karların üzerinde kaymak istemişti ve kaymıştı. Soğuk rüzgarı yüzünde hissetmek, çam ağaçlarının arasından bir kuş gibi süzülmek onun için yaşamaktı. Kimse ona bırak bu boş işleri dememişti, Kimse ona kız başına ne işin var Erzurum’da otur kıçının üstüne! dememişti anlaşılan. Bir yol seçmiş ve o yolda yürümüştü Aslı. İçinde bu dünyaya bir iz bırakma sevdası olmayan anlayamaz bizi. Küçük yetenekleri küçümsenmiş hoyratça ezilmiş çocuklarla dolu bu diyarlar. Aslı bir kardelen çiçeği gibi bu sert iklimde yeşermişti. Oysa bugün biliyoruz ki her çocuğun kendine özgü bir donanımı, bir yeteneği vardır. Her alanda isim yapmış, dahi diye nitelendirilen insanların hayat hikayelerini dinlediğinizde yeşeremeden kuruyup gidiyorlar. İstanbul’un bir köyünde hepsinin çok küçük yaşlardan itibaren yaptıkları işe yönelik bir çalışma içine girdiklerini görürsünüz. Hayatta hiçbir başarı tesadüfen elde edilmez. Yani uzun lafın kısası geri kalmışlığımızı çocuklarımızı aşağılamaya borçluyuz.
Bizim çocuklarımız onları ektiğimiz çorak topraklarımızda hayvancılık yapan bir delikanlıyla tanıştım. Buzağıları beslerken aslında bir rock şarkıcısı olmak istediğinden söz etmişti. Bu konuda bir çaba içine de girmişti ama bırak bu işleri diyenlerle doluydu etrafı. Çok direnememiş ve sonunda bırakmıştı bu işleri. Bana bunları anlatırken bir günahı itiraf eder gibiydi. Çocukça, cahilce işlere kalkışmış da şimdi akıllanmış gibi utanarak anlattı müzik geçmişini. İşte böyle gençlerin diri diri gömüldükleri bir mezar gibi ülkemiz. Yaşayan ölüler gibi ekmek parası peşinde şuursuzca yürüyen, mekanik, ruhsuz bir yaşam sürüp sonra da ölen erkekler ve kadınlar… Düşünsenize büyük bir ressam oto sanayide tamirci çırağı oluyor belki de. Ünlü bir bilim adamı simit satıyor Taksim Meydanında. Bir astrofizikçi fabrikada asgari ücretle ama sigortalı bir iş bulabilmenin sevincini yaşayabiliyor ancak. Sevdiği işi yapamayan mecburen çalışan, mecburen konuşan, gülen, mecburen yaşayan mutsuz çocuklarız çoğumuz.
Aslı Nemutlu ender yeşerebilen o çiçeklerdendi. İşte bu sebeple çok üzdü beni ölümü. O, bu paslı zincirleri kırabilmiş, hayallerine yelken açmış bir çocuktu. O yaşta çok azımızın sahip olduğu bir ideali, bir hedefi vardı. İdeallerini ciddiye alan, onu sonuna kadar destekleyen bir annesi, bir babası vardı. Aslı, kayak pistine file çekmek yerine tahta bariyer koyan birileri yüzünden incecik boynunu kırıverdi. Tazecik bedenini karların altına, toprağa koydular. Madalyalarını, kış olimpiyatlarını, kayak takımlarını dahası gelecek güzel günlerini, babasının gururlu bakışlarını da onunla beraber gömdüler toprağa. Boşverin siyasetin gündemini! Tayyip’i, Kılıçdaroğlu’nu, İlker Başbuğ’u, Ergenekonu, Balyozu boşverin. Aslı Nemutlu öldü. Ayın onbirinde, Erzurum’da.

Kemal GÜLBAHÇE